1+8, sınırlar ve dil

1+8

Dikdörtgen, uzun ve karanlık bir salon. Her duvarda ilk bakışta hangi sıralama ile yerleştirildiği anlaşılamayan 8 projeksiyonun görüntüsü. Her birinde eş zamanlı olarak oynayan filmler. Karanlık bir odada komşularınız ile çerçevelenmiş iken, sınırların hem berisini hem ötesini izlemenin çarpıcı deneyimi…

Bu şekilde anlatması biraz zor olmuş olabilir. Ama gerçekten izleyeni hemen kavrayıp ardından boş bir çuval gibi o sınırdan diğerine savuran bir enstalasyon olan 1+8”in yaşattığı görsel yolculuğu ve sınırlara ulaştıran zihinsel deneyimi kelimelere dökebilmek son derece güç. Salt Galata’daki 1+8”, Türkiye ve sekiz komşusu üzerine Cynthia Madansky ve Angelika Brudniak tarafından çekilmiş aynı adlı belgesel filmin sekiz ekranlı bir video enstalâsyonundan oluşuyor. Her bir ekranda Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, Nahçıvan, Suriye ve Yunanistan sınırlarının iki tarafında yaşayan insanların hayatlardan kesitler sunuluyor. Sadece bir ekrandaki görüntülerde röportaj duyulabilirken, diğer ekranlardaki görüntüler sessizce akmaya devam ediyor. Bu çarpıcı eseri hazırlayan Cynthia Madansky ve Angelika Brudniak, proje bildirisinde amaçlarını şöyle anlatıyorlar:

“1+8  filminin yapımı bizi derinden etkileyen bir deneyim oldu. Neredeyse iki yıl boyunca seyahat ederek dokuz ülkede, birbirinden çok farklı 16 bölgede çekim yaptık. Sınırlarda yaşayan yüzlerce kişiyle tanıştık; nadiren görülen, duyulan bu insanları görüntüledik. 131 dakikalık film, topladığımız ses ve video malzemesinin ancak küçük bir bölümünü içeriyor.

Projenin başından itibaren 1+8’in video enstalasyonunu yapma fikri bizi heyecanlandırıyordu. Çünkü çok ekranlı projeksiyon formatı, eşzamanlılık ve birbirine bağlılık deneyimini mükemmel bir biçimde sağlıyor. Bu formatta hazırlanan 1+8, izleyiciyi sekiz ayrı sınırın her iki tarafındaki hayatlar üzerine düşünmeye davet ediyor.

Enstalasyonun özneleri sınır insanları; bireysel portreler ve kişisel karşılaşmalar… Bu, ülkelerinin sınırında yaşayanları birleştiren ve ayıran unsurları ortaya çıkarıyor. 1+8 ayrıca, kimlik, aidiyet ve hayali bir topluluk olarak ulus kavramlarını sorguluyor.”

Madansky ve Brudniak’in amaçlarına kolayca ulaştığını söylemeliyim.  Karanlık salona girdiğiniz andan itibaren Türkiye’nin içinde kayboluyorsunuz. Tek bildiğiniz Türkiye’desiniz ama neresinde? Hangi sınırda? Gürcistan sınırındaki Hopa’da mı, Bulgaristan sınırındaki Armutveren’de mi, Suriye Sınırı’ndaki Nusaybin de misiniz?

Salonun ortasında karanlıkta ayakta dururken birden Gürcistan Sınırı’ndaki Hopa’da tezgahtar bir kızın kah utanıp kah gülerek, “Gürcistan’dan gelenler aslında iyi insanlar. Ama burada başka bazı şeyler yapmak zorunda kalıyorlar. Bu da onları kötü gösteriyor” demesini izlerken, tam arkanızdan bilmediğiniz bir dilden sesler geldiğini duyup arkanızı dönünce, Yunanistan sınırındaki Amoria’dan 35 -40 yaşlarındaki bir adamın çocuğunun geleceği ile ilgili sıkıntılarını anlattığını altyazıdan anlıyorsunuz.

İşte o zaman projeksiyonların da rastgele yerleştirilmediği de anlaşılıyor. Salona girer girmez solunuzdaki duvarda Yunanistan, onun birleştiği uzun duvarın yakın köşesinde Bulgaristan ve aynı uzun duvarın diğer kıyısında Gürcistan, karşısındaki kısa duvarda yan yana Ermenistan ve Nahçıvan, diğer uzun duvarda da İran, Irak ve Suriye Sınırları. Yani dikdörtgen bir ülke olan Türkiye’nin sınırları yine dikdörtgen salonun duvarlarına haritadaki konumlarına göre yerleştirilmiş, adeta harita canlandırılmış.

Haritanın içinde sınırlarını izleyerek dört dönüyor izleyen. Bir sınırın berisinden bir ötesinden röportajları dinlerken en çarpıcı olan sadece bir videonun sesini duyduğunuz anda diğer 7 ekranda da sessizce filmlerin akmaya devam etmesi. Yani siz bir sınıra odaklandığınız anda diğer sınırlarda da hayat akmaya devam ediyor. Sergi tanıtımında söylendiği gibi sadece afet ve kriz zamanlarında hatırlanan bu insanların biz baksak da biz bakmasak da hayatları sürüyor. Tıpkı onların bize baktığında hayatlarımızın akıp gittiğini gördüğümüz gibi.

Anlatılanların bazıları bildiğiniz daha doğrusu bildiğinizi sandığınız hikayeler. Sınırda kaçakçılık, kuzey komşularında fuhuş, mültecilerin dramları, geçim sıkıntıları… Ama dinledikçe bildiklerinizden çok farklı hayatlar olduğunu gördüğünüz gibi bir süre sonra neresi sınırın Türkiye tarafı neresi öteki tarafı onu karıştırmaya da başlıyorsunuz. Hele ki sessiz akan videolardan birisi ise yani “Dil” yok ise anlamak giderek zorlaşıyor. Çünkü Ermenistan – Türkiye sınırındaki Armaviz ile Iğdır’da yapılan çekimlerdeki yaşlı teyzenin sesini duymadıkça Türk mü Ermeni mi olduğunu anlamanın imkânı yok. Konuşmaya başlayınca Ermeni olduğunu anlıyorsunuz da yaşadığı büyük geçim sıkıntısını anlatınca hikâyenin sizin de hikayeniz olduğunu duyuyorsunuz. İran veya Irak sınırına baktığınızda ise aynı kahverengi toprakları aynı poşuları görüyorsunuz. Türkiye – Bulgaristan – Yunanistan üçgenindeki insanların hareketleri, jestleri öylesine aynı ki…

Peki bizi ayıran sadece dil mi? Onu da aşanlar var. Türkiye – Suriye sınırının bize göre öte tarafındaki Kamışlı’da küçük Suriyeli kızlar kıskandıracak kadar akıcı Türkçeleri ile konuşurken, Türkçeyi dizilerden öğrendiklerini belirterek, arkadaşlar olarak aralarında gizli konuşmak istedikleri bir şey olursa Türkçeyi kullandıklarını kıkırdayarak anlatıyorlar. Hani biz de çocukluğumuzda kendi aramızda “Kuş dili” konuşurduk ya, onun gibi. Ne farkı var? Ama biz büyüdük ve kuşdilini unuttuk.

Dil bile bizi ayıramıyorsa o zaman anlaşılıyor ki sınırların hepsi bizim kafamızın içinde. “1+8” harita üzerinde birer çizgiden ibaret olan sınırlara can verenin bizim zihniyetimiz olduğunu çok güçlü bir görsel dille anlatıyor.

Aslına bakarsanız dikdörtgen ülkemizde yaşarken komşularımızla olan sınırlara bile gerek kalmadan, bizden olmayan herkesi “Öteki” olarak görüp sınırları çiziyoruz.

“1+8” enstalasyonu sadece Türkiye’nin sınırları, sınır insanları, benzerlikler ve farklılıklar üzerine değil “Süreç”le birlikte ülkenin içindeki sınırlar üzerine de düşündürürken, “Sınırları aşmak için ihtiyacımız olan belki de çocukluğumuzdaki gibi ortak bir dil oluşturmak, kuşdilini hatırlamak” dedirtiyor.

Not: Salt Galata’daki serginin son haftası. 14 Nisan’da sona eriyor. Sınırlar üzerine düşünmek isteyenlere tavsiye olunur.

%d blogcu bunu beğendi: