1655 kilometre

kar

Kar yağıyor bu gece
Öyle beyaz ki şehir
Anlamak bir ömür sürer
Hayat niye kirlenir

 (Leyla – Ezginin Günlüğü)

Bu kentte yaşayanlar için kar, uzak bir çocukluk düşüdür. Çünkü neredeyse hiç kar yağmaz buraya. Belki 10 belki 20 yılda bir tutan kara denk gelebilenler, o günü hiç unutmazlar. Hele ki o kar bir de çocukluklarına yağdıysa, en sıcak anılarından birisi olur. Kar deyince yüzlerine sıcak bir gülümse yayılır, “Hiç unutmam ilkokul 2’de iken, bir sabah uyandık her yer bembeyaz. Hemen sokağa fırladık” diye başlayarak kısa kar anıları üzerine saatlerce konuşabilirler sizinle.

Bu kentte yaşayanlar için kar, bir hayal fotoğrafı, beklenen bir kartpostaldır. Tıpkı “Kar” kelimesinin, isminin içine saklandığı kentten gelen bu fotoğraf gibi…

Bizimki, sizinki, pek çoğumuzun mahallesi gibi sıradan bir mahalle. Bildik apartmanlar, kışla tüten bacalar, aynı mavi gökyüzü. Ama kar, o sıradan evleri ve sokakları beyaz bir rüyaya dönüştürmüş. Kar ile sadece sokaklar değil yaşamın tüm sıradan yolları da örtülmüş.

Ve kar üzerinde tek bir iz. Tam fotoğrafın ortasından çerçevenin dışına devam eden bir iz. Ya da çerçevenin dışından fotoğrafa girip evlerin arasında kaybolanın izleri. İster içeri ister dışarı olsun, her şekilde karda kaybolmuş.

Oysa bu kentte yaşayanlar karda kaybolmayı bilmezler. Ve belki de yine kar yağmadığı için bu kentte hiçbir zaman ne sokaklarımız ne de içimiz tam olarak temizlenemez. Oysa yıllar önce bana , “Kar yağınca bütün mikroplar ölür” diye öğretmişlerdi.

İçimizdeki şeytanları, sokaklardaki mikropları öldürmek için rüyaya dahil olup bu çerçeveye girsek, fotoğrafın ortasındaki izi takip edip karda kaybolsak olur mu ki?

Sahi, İzmir’den Kars’a gitmek kaç saat sürer?

 (Kars’tan bu güzel fotoğrafı kullanmama izin veren Sevgili Süper Titiz’e (https://twitter.com/super_titiz) teşekkürlerimle)

Şaşı bak şaşır

Gazetelerin bilmece – bulmaca eklerinde, “Resmin merkezine odaklanın, yok kuşu yok tavşanı göreceksiniz” gibi şeyler yazan ve kısaca “Şaşı bak şaşır” denilen bölümler vardı. Odaklanıp, merkezdeki gizlenmiş şekilleri görmek maharet isterdi. Bakanların büyük kısmı, görmese de “Gördüm” derdi.

Hayatta da bazen çerçeve o kadar büyür ki, bir türlü odağı bulamayız. Güvenliği simgeleyen can simidi bu bakışta da çerçeveyi, görüşün büyük kısmını kaplamış durumda. Can simidi elinin altındaysa deniz üzerinde yol alırken güvendesin demektir. Ama can simidi aynı zamanda her zaman “Batma riskini, tehlikeyi” de hatırlatır, temkinli olmayı öğütler.

Biraz odaklanınca ise tam merkezdeki deniz feneri görülüyor. Deniz feneri de güven verir ama açık denizde olana. Yolda olana, doğru yolda olması için işaret gönderir. Sanılanın aksine “Karaya gel” demez deniz feneri, “Karaya vurma” der. Deniz fenerini takip eden artık can simidini fazla düşünmez, risk alır.

Bu bakışta can simidinin oluşturduğu çerçevenin içindeki feneri görmek için şaşı bakıp şaşırmak gerekiyor.

 Zaten şaşı bakıp şaşırmadan da açık denizlere açılıp, yeniliğe ve dünyaya doğru yol almak mümkün mü ki?

 * Güzel fotoğrafının kullanımına izin veren Arzu Efe’ye teşekkür ederim.