Yaratıcı yıkım

Dakikalarca hatta saatlerce uğraştılar. Tebeşirle yere şekiller çizmeye başladıklarında güneş vardı. Gölgeye kavuştuklarında hala çizmeye devam ediyorlardı. Neredeyse bütün sokak boyunca asfaltın üzerine evler, çiçekler, sek-sek kutuları çizdiler; yazılar yazdılar. Kimi zaman birlikte çizdiler, kimi zaman çizilecek şekil üzerinde anlaşamadılar, kavga ettiler.

Sonra aniden – hiçbir yetişkinin anlayamayacağı şekilde – tebeşirleri bir kenara bırakıp bisikletlerine binerek yeni bir oyuna geçtiler. Sokakta kendilerine bir parkur belirlediler, yarışmaya başladılar. Bisikleti olmayanlar da koşarak bisikletlilere eşlik ederken, yere çizilen resimleri, yazıları çoktan unutmuşlardı. Sanki saatlerce uğraşan, kan-ter içinde sokağı resim defterine çeviren onlar değildi…

Yeni bir oyuna geçerken eskisini o kadar rahatlıkla bırakmışlardı ki! Bırakmak bir yana eski oyunun üzerinde geziyorlar, bisikletleri ile yerdeki tebeşir izlerini yavaş yavaş siliyorlardı. Yaratmak için siliyorlardı, yıkıyorlardı.

Bense elimde bir kahve, yeni açılmış sigara paketinin neredeyse yarısına ulaşarak onları izledim. Elimden daha fazlası gelmiyordu. Yaratmak istiyordum ama “Yıkmak için fazla büyüktüm”. Çaresizce, izlemekle yetindim. Çok sevdiğim bir romanın kahramanlarından Ender’in, diğer kahraman Çetin’e söylediği gibi:

“Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu.”*

* Bizim Büyük Çaresizliğimiz – Barış Bıçakçı (Roman için tek söyleyebileceğim, günümüz Türk Edebiyatı’na bakışımı kökten değiştirdi. Okumasaydım çok şey kaybederdim.)

Şimdiyi ıskalarsan geçmişinde boşluk oluşur

Trabzon’daki Sümela Manastırı’na ulaşmak için tepeye doğru nefes nefese tırmanırken, yol üzerinde karşıma çıktı bu ağaç kökleri. Birbirine dolanmış kökler, toprağa bağladıkları ağacın da neredeyse 1700 yıllık manastır ile aynı yaşta olduğunu düşündürüyordu.

O kadar yaşlı bir ağacın olması mümkün müydü? Yüzlerce yıllık yaşı olan bir ağaç neye benzerdi? Cinsi neydi? Çam mı meşe mi yoksa başka bir tür mü?

Ben de bilmiyorum. Çünkü Trabzon’dan döndükten sonra bu fotoğrafa bakınca ağacı hatırlamadığımı daha doğrusu görmediğimi fark ettim çünkü ağaca hiç bakmamıştım. Bir an önce Sümela Manastırı’na varmaya çalışırken sadece köklere baktığımı, bakarken de kendi köklerim ve geçmişim ile ilgili düşüncelere daldığımı hatırladım.

Geçmişin azameti ile geleceğin sürprizleri arasında salınırken ağacın yani şimdinin yanından öylece geçip gitmişim.

Anladım ki “Şimdi”yi ıskalayınca insanın “Geçmiş”inde bir boşluk oluşuyor, o boşluğu da şimdi değil “Gelecek”te anlıyorsun.

Gelecekte tekrar Trabzon’a giderek, tam o ağacın yanından geçerken “Şimdi” diyerek ağaca bakıp geçmişimdeki boşluğu onarmaya çalışabilirim ama bu mümkün mü ki? Bilmiyorum ama bu fotoğrafı çekmemiş olsaydım, çektikten sonra basmasaydım, bastıktan sonra da bakmasaydım bu boşluğun hiç farkına varmayabilirdim. Bunun için de çok geç. Bir kere gördüm ve hatırladım.

Belki de geçmişimdeki boşluğu yaratan “şimdiyi ıskalamak” değil, “şimdiyi ıskaladığımı hatırlamak”tı…

 

%d blogcu bunu beğendi: