Kırmızı bavul

KIRMIZI BAVUL.jpg

Kırmızı bavul benim değildi ama vapurun güvertesinde hem de korkulukların yanında görünce, yüreğim ağzıma geldi. Maazallah, büyük bir dalga vapura vursa ya da biri gelip çarpsa, kırmızı bavul da denize düşse, sahibi ne yapar?

“Başkasının bavulunun tasası sana mı düştü?” diyebilirsiniz. Ne yazık ki haklı olduğunuzu söyleyemeyeceğim çünkü bavul çok önemli konu. Bu bavulun kırmızı olması da önemini değil ama ilgimi arttırıyor zira ben de bugüne kadar bütün bavullarımı kırmızı renkte aldım. Kırmızı olunca havalimanlarında, otobüs garajlarında, onlarcası arasında insan kendi bavulunu daha kolay fark edip, buluyor. Bavulu fark etmek önemli, çünkü bavul kaybolmamalı.

Zira bizler “Huzursuz yolcularız”. Varacağımız noktaya ulaşmamız yeterli değildir, sağ salim bavulumuz da bizimle birlikte gelmiş olmalı. O yüzden bavulumuzu asla gözümüzün önünden ayırmayız.  Seyahat edeceğimiz araca bineceğimiz zamanlardaki zorunlu ayrılıklar hariç ki o anlar da tüm yolculuğun en sıkıntılı anlarıdır.

Mesela otobüsle seyahat ediyorsak, kapının önünde bekleyip yardım amacıyla dahi olsa bavulumuzu almak isteyen muavinleri biz hiç sevmeyiz. Öyle muavine verip de bavulu, “Nereye koyarsa koysun”  demeyiz. Bizzat bagaja kadar kendimiz götürür, nereye yerleştirildiğine bakar, muavinin verdiği fiş ile bagajın üzerindeki fişin numarası aynı mı diye tekrar tekrar kontrol ederiz. Bavulumuzun konduğu bagaj, koltuğumuzun tarafında ise içimiz daha da rahatlar çünkü o zaman her yolcu indiğinde camdan bakıp doğru bavulu mu aldı diye kontrol etmek kolay olur. Ama bagaj ters tarafta ise valla işte o zaman büyük sıkıntı var demektir. Bütün yolculuk boyunca her yolcu inişinde ayağa kalk, otobüsün öbür tarafına yanaş, koridorda camdan bak, bavulun yanlış ellere gitti mi gitmedi mi diye kontrol et.

“Uçakla yolculuk et o zaman, devamlı kontrol etme zorunluluğu yok. Binerken ver bavulu, inerken de al” diyebilirsiniz ama inan ki o daha büyük kabus. Çünkü uçağa binerken ayrıldığımız bavulumuzun uçağa yüklendiğinden emin olabilecek miyiz ki? Aslaaa!

İşte bu huzursuzluk tüm uçak yolculuğumuzu zehir eder. Bir de bu huzursuzluğun üzerine uçaktan inip, bagaj alım bölümünde bavulu beklerken yaşadığımız stres var ki Allah sizi inandırsın, ömrümüzden yıl çalıyor.

İnanın abartmıyorum, çok gerilirim o anlarda. Bavula sığmayan eşyalarımı doluşturduğum el bagajı denilen ucubeleri çekiştire çekiştire dönen bandın başında kendime iyi bir yer edinip, beklemeye başlarım. Benim gibi huzursuzlar da hemen kendini belli eder. Tutulan bacaklarına ve el bagajlarına aldırmadan, hemen bandın başında yerini almışlardır.

Diğerler gamsız yolcuların büyük kısmı telefonlarını açmışlardır. Geldiklerini veya vardıklarını anne-babasına, karısına – kocasına, arkadaşına haber verir, sağına soluna bakar. Biz bagaj huzursuzları ise gözlerimizle banda kilitlenmişizdir. Hareketsizliğimize son veren ise yürüyen bandın hareket etmesi olur.

Şöyle bir olduğumuz yerde kıpırdanır, duvar dibindeki canavar ağzına benzeyen deliğe gözlerimize dikeriz. Korkunç canavarın bavullarımızı kusup bize geri vermesi tek dileğimizdir. Canavarın insafa geldiğine inanmamızı sağlayan ise görmediğimiz bir hareketin sesidir. Canavarı besleyen yer görevlileri, bavulları birer birer dönen banda atmaya başlayınca çıkan sesler umudumuzu güçlendir.

En sonunda ilk bavul, canavarın ağzından yani yürüyen bandın olduğu duvar dibinden çıkar. Kimi bavullar onlarca tur atar o badın üzerinde. Sahipleri tuvalete gitmiş olabilirler, ağır ağır geliyor olabilirler,  bavullarını gördükleri halde telefon ile konuşmayı tercih ediyor olabilirler. Biz bagaj huzursuzları için ise böyle bir şeyin imkanı yoktur. Canavar bize bavulumuzu bahşettiği anda bandın etrafındaki kabalığı omuzluya omuzlaya oraya varırız ve biricik bavulumuza kavuşuruz. Hele bir de kırmızı ise bavulumuza daha çabuk kavuşuruz, çünkü hemen fark ederiz.

Artık seyahat için doğru yolda olduğumuza eminizdir. Çünkü bavulumuz bizimledir.  İhtiyacımız olan her şey onun içindedir. Onunla seyahatimiz huzurlu ve emniyet içinde geçecektir.

Bavulumuzda neler mi vardır? Mesela en başta çoraplarımız vardır. “Geç onları başka ne var?” diye sormayın, çorap önemli zira. İki teki iç içe sokarak, annemizden gördüğümüz gibi top yaparak, büyük ihtimalle de bavulun iç tarafındaki filenin içine özenle yerleştirdiğimiz çoraplarımız. Her güne bir çorap. Pantolonlarımıza uygun renkte çorap. Çoraplarımız olmadan nasıl yaşarız ki başka bir kentte?

Sakın “Oradan bir yerden çorap alırsınız veyahut çorapsız gezseniz ne olur?” diye düşünmeyin. Başka çorap olmaz, mutlaka evimizden getirdiğimiz kendi çoraplarımızı giymeliyiz. Evimizi gittiğimiz yere taşımaya ayaklarımızdan başlarız. Her adım attığımızda o çoraplar ayağımızda olmalı ki güvenle adım atalım. Yoksa kayboluruz bilmediğimiz bir kentte.

Kaybolmayı sevmediğimiz için bagajımızı da kaybetmekten de ölesiye korkarız. O yüzden bavulumuz kırmızı olmalı, hemen elimizin altında olmalı, uzak olmamalı, güvende olmalı. Öyle vapur güvertesinde, düşmeye yakın bırakılmamalı.

Yok bu böyle olmayacak… Gidip bavulun sahibini uyarmalıyım. Bavulunu kenardan çeksin. Onun yerine ben korkuyorum. Allah korusun, bavulu denize düşerse, çorapları olmadan bu koca İstanbul’da ne yapar?

* Fotoğraf için Sevgili Elif Yılmaz’a teşekkür ederim.

Kırmızı çaydanlık

Fotoğraf şirin bir Anadolu kasabasında çekilmiş gibi görünüyor oysa İzmir’in haftasonları kaçılan bir sahil beldesinde çekildi.

Fotoğrafa şirin Anadolu kasabası tadını veren deniz kenarındaki evin penceresinde yer alan kırmızı çaydanlık. Altı da üstü de tam, kulpları yerinde olan bir çaydanlık. Adı üstünde çaydanlık, üstelik de kırmızı, haliyle bir sıcaklık yayıyor etrafına. Ne çok eski, ne de çok yeni gözüküyor. Belli ki kullanılmış ve kullanılmaya da devam edilebilir. Ama neden içeride gibi dururken, dışarıda?

Evet, evin içinde ama pencerenin de kenarında, perdelerin önünde duruyor. Yani aslında tam olarak evin içinde değil hatta dışarıya daha yakın. Durduğu yerin bir atım ötesi, kapının önü…

Belki sabah çayı demledikten sonra çaydanlığı camın önüne koyan evin hanımı yerini hatırlamıyor.

Yoksa bilmediğimiz daha doğrusu görmediğimiz bir deliği, bir kusuru mu var? Belki altı delik çaydanlık pencerenin önünde unutuldu; kırmızı çaydanlığı kapı önüne konulmaktan unutulmak kurtardı. Unutulmak bir kurtuluş mudur bazen? Ya da unutmak?

Hatırlamak, unutmanın her zaman panzehiri midir yoksa unutarak kurtulmanın önünü kesen bir engel midir?

%d blogcu bunu beğendi: