Işığın da mevsimi var (veya şimdilik “Bir yaz gecesi rüyası”)

Giriş notu: Fotoğraf  ağustos dolunayı olarak çekildi.  Ancak resimaltı “yazdan kalma bir gün” klişesine uyan  dolunaylı bir eylül akşamında tamamlanabildi. Okurken siz de farz edin ki  yaz akşamındayız.

Bütün sokaklardan “Yaz gecesi sesleri” geliyordu. İncebelliye vuran çay kaşıklarının çıngırtısı, kontrolsüz kahkahaların yankısı, tavlanın tahta zemininde zarların çıkardığı tıkırtılar ve sokakta oynayan çocukların bağrışları birbirine karışıyordu. Sıcak geceye eşlik eden ise dolunaydı. Yüzünü kaldırıp göğe bakanlar, “Ay ne güzel. Işıl ışıl” derken, dolunayın ışığı adeta sesleri daha berrak kılıyordu.

Ama bu yaz da geçecek. Önce yağmurlar başlayacak, ardından kış gelecek. Dolunay ise mevsim ayırt etmeksizin aynı insanların üzerine tekrar doğduğunda, bu sefer bir ürperti yayacak. Çok değil 3-4 ay önce, aynı ayın altında neşe içinde sokakta oynayan çocuklara dolunayla ilgili korkunç masallar anlatılacak.

Ay değişmiyor ama ışığı bazen ısıtıp mutlandırıyor, bazen üşütüp korkutuyor. Çünkü ışığın da mevsimi vardır.

Onun için siz bu fotoğrafa bakarken, yazının başlığı şimdilik “Bir yaz gecesi rüyası” olsun. Kış gelince  “Dolunayda korku” deriz hep birlikte…

Ayın gündüz krallığı

Bilinen adıyla “Güneş Tutulması” gerçek adıyla “Ayın Gündüz Krallığı”.

Doğa mucizesi dedikleri bu olsa gerek… Hava kıyameti andıracak şekilde soldu. Aslında tabii ki nereden bileceğim kıyameti. Ama insanoğlu işte, açıklayamayınca gördüklerini gerçekte bilmediği şeylere benzetmeyi sever, anlatamamak ve bilinmezlik birbirini dengeler.

Yine de kıyamet gibi diyeceğim çünkü böyle bir rengi daha doğrusu renksizliği, solmayı ilk defa gördüm. Hiçbir yere, hiçbir objektife sığmayacak bir renk(sizlik)ti. Hava birden bire soldu ardından da karardı. Dünyanın solduğunu ilk defa gördüm. O yüzden kıyamet gibi diyorum çünkü herhalde kıyamet de böyle gelecektir, önce her şey solacaktır.

Hava öğlen vakti kararırken, Ayın Gündüz Krallığı dünyaya hükmetti. Ay, güneşi hapsedip havanın rengini çalarken, sokaktaki insanlar bu solmanın peşinden koşuyorlardu. Ellerinde bir cam parçası veya promosyon bir gözlük doğanın mucizesini izliyorlardı. Kıyameti andıran bir solukluğun içinde mucize görmenin heyecanıyla neşelenen insanların çelişkisi vardı ki bu fotoğrafı çeken ve satırları yazan adam da kalabalığın içinde fotoğraf makinesiyle koşuşturuyordu çelişkisinin farkında olmadan.

Oysa hepimiz aydınlık bir karanlığın içinden, soluk bir ışıkta geliyorduk. Hepimiz ofislerimizde, fabrikalarımızda, işyerlerimizde gözümüze perde indiren 120 voltluk floresanların  sözde aydınlık, gerçekte karanlık ışığında yaşarken mucizeyi görmek için sokağa dökülmüştük. Gördüğümüz doğayla tüm bağlantısı koparılmış modern zaman insanlarının aydınlık karanlığı değil gerçek karanlıktı ve mucize buydu. Sokakta gerçek karanlık vardı ve bizi büyüleyen buydu.

Sonra Ay geri çekildi Güneş tahtına tekrar oturdu ve bizlerde ofislerimize, evlerimize, fabrikalarımıza, gerçek karanlığımıza geri döndük…

Not: 2006 yılındaki güneş tutulması sırasında çektim. Resimaltı yazdığım ilk fotoğrafımdır.

%d blogcu bunu beğendi: