7-8 yıl önce bir haftasonu, kafa dinlemek için Kaz Dağları’na gitmiştim. Hiç bilmediğim bir yerdi o yüzden bir arkadaşımın tavsiyesi ile de Tuncel Kurtiz ile eşi Menend Kurtiz’in işlettiği Zeytinbağı Oteli’nde kalmaya karar verdim. İzmir’den Kaz Dağları’na giderken yol boyunca aklımda “Acaba Tuncel Kurtiz ile de karşılaşır mıyım” sorusu vardı. Ama bu soru aklıma her geldiğinde, “Karşılaşsan ne olacak ki? Umut’un, Sürü’nün Tuncel Kurtirz’i seninle mi konuşacak” diyerek yine aklımdan kovdum.
Önce Edremit’e ardından Güre’ye vardım, otele ulaştım, yerleştim. Akşamüstü otelin bahçesine çıktığımda bahçeye bir baktım; “Aaaa, Tuncel Kurtiz”.
Gittim bir masaya oturdum. Hiç sektirmeden yanıma geldi “Hoş geldin. Delikanlı nasılsın” diyerek sohbete başladı. Kazdağları’nı ne kadar sevdiğini, ertesi gün benim neler yapabileceğimi, o günlerde çektiği dizi olan Hacı’yı, diziyi pek sevmese de yine de oynayacağını, dizi için sakal bıraktığını, sinemayı televizyondan çok daha fazla sevdiğini anlattı. Amcam, dayımmış gibi konuşuyordu benimle.
“Yarın sabah köpekler ile yürüyüşe çıkacağım” istersen sen de gel dedi. Bense bu yaşımda onun enerjisinden utanmayıp, “Yorgunum be abi, (Vallahi gayri ihtiyari ağzımdan abi çıkıverdi, düşünün artık siz o yarım saatlik sohbetin gücünü) uyurum biraz” dedim.
Bok varmış gibi uyudum da… Gitmedim o yürüyüşe. Gitsem daha da neler anlatacaktı? Belki çok sevdiği Yılmaz’ı (Güney) anlatacaktı, filmler üzerine konuşacaktık. Ama ben uyudum. Aferin bana!
Ondan sonra da defalarca aklımdan geçmesine rağmen bir daha otele de gidemedim, iş güç var ya. Aferin bana dimi, böyle çalışmaya da devam edeyim ben.
Ama ondan sonra hep daha bir çok sevdim Tuncel Kurtiz’i. Her izlediğimde sağımda solumda kim varsa dürttüm, “Ben tanıştım oğlum Tuncel Kurtiz ile. Acayip güzel bir adam. Vallahi görseniz hakikatten bu Dayı karakterindeki gibi bir adam” dedim.”Valla mı?” diyenlere de, “Valla tanıştım. Adamın sesi gerçekte de böyle” dedim.
Ne saçma bir cümle! “Adamın sesi gerçekte de böyle”…
Bir insanın hem sahte hem gerçek sesi olabilir mi ki? İnsan sesini değiştirip kendini de değiştirebilir mi ya da kendi sesini taklit edip kendinin karikatürünü çizebilir mi ses ile?
Şimdi yorgunluğuma ile pek çok şeyi ıskaladığım Kaz Dağları tatilini bir kez daha düşündüğümde en çok sesini hatırladığımı görüyorum Tuncel Kurtiz’in. Çünkü hepimizin ilk önce içinde bir yerlere dokunup sonra da tüm hücrelerinde bazen aşk bazen öfke bazen isyan bazen hüzün taşıyan o ses, Kurtiz’in de tam içinden geliyordu. Kalbinden veya beyninden bile değil daha derin bir yerden geliyordu. En derinden ama en saf yerinden, geliyordu ses. O yüzden bana “Delikanlı, hoş geldin” dediğinde de şiir okurken de hepimizi TV başına mıhlayan bir dizisini veya filmini izlerken de aynı ses tonu vardı. Tuncel Kurtiz neyse oydu. Sesi de öyleydi, o kadar gerçekti. Kulağın ayrı bir hafızası ve ayrı bir aklı vardır ve asla yanıltmaz insanı. Tuncel Kurtiz, ruhuyla konuşuyordu.
Şimdi kulağımızdan hiç silinmeyen o sesin sahibinin, biricik Dayımızın, Duvar filminin Tonton Ali’sinin, benim unutulmaz Kazdağları tatilimin Tuncel Abi’si öldü diyorlar.
Kusura bakmayın ama “Hadi lan” diyorum. “Ses” hiç ölür mü? Ses en fazla susar ama duyulduğu her kulakta yaşamaya devam eder…
(Fotoğraf, Radikal Gazetesi’nin internet sitesinden alınmıştır)