İntizam

intizam

 

Pek çok çeşidi bulunan Fas’ın ünlü Argan yağları ile esansların bulunduğu şişeler, boyutları ve içindeki kokuların cinsine göre yan yana dizili. Çorapların üzerinde ki sahte logoların uçları bile aynı yöne bakıyor. Camekânın içindeki tişört paketlerinden bir tanesi dahi ters durmuyor. Kendi içinde renklerine göre gruplandırılan bereler, ufukta yan yana dizilmiş aynı yükseklikteki tepeler dizisini hatırlatıyor. Büyük ihtimalle ihtiyar satıcının gençliğine ait olan siyah beyaz fotoğraflar ise bir karışlık çıkıntıya yukarıdan aşağıya doğru ip gibi dizilmiş. Pasajın duvarına yaslanmış 7-8 raflık açık dolap ile bir camekândan oluşan ve en fazla 2 metreye 3 metrelik küçücük dükkana, büyük bir intizam hâkim.

Sattığı her şeyi ahenkle dükkânına yerleştirip müşterilerini beklemeye çekilen ihtiyar satıcı için artık sürprizlere yer yok. Satıcı sürprizleri dışarıda bırakınca biz alıcılar için de tercihler kısıtlı. Satılan her şey o kadar düzenli olarak gösteriliyor ki kısa bir göz turu ile küçük dükkana hâkim olmak mümkün. Yani malları karıştırıp, birden hiç beklemediğiniz bir ürünle karşılaşıp, “Aaa, bunu buldum” deme şansımız yok. Tek yapabileceğimiz bize sunulanlar, gösterilenler arasından seçim yapmak. Ben de öyle yaptım, tezgâha yaklaştım, yarım dakikada her şeyi taradım, bir şişeyi seçtim; ikimiz de birbirimizin dilini bilmememize rağmen bir dakika içinde de alışverişi tamamladım.

İntizam, hayata karşı alan daraltan bir savunma kurgusudur. İhtiyar satıcı gibi intizam ile oyun alanını daraltırsanız “sürpriz” dediğimiz golleri yeme ihtimaliniz azalır. Değişikliklerden, sürprizlerden mahrum kalırsınız ama risk de almazsınız.

Küçük paketimi çantama yerleştirirken hücum yerine savunmayı tercih eden ihtiyar satıcıya ilişkin aklımda kalan soru, tüm hayatı boyunca intizam ile savunmada kalarak mı yaşadı, yoksa yaşı ilerleyince yaşam enerjisi dediğimiz kondisyonu düştüğü için mi savunmaya çekildi? Sorumun yanıtı ihtiyar satıcının yüzündeki gölgelerde saklıydı.

 

Gölgesiz ölüm

FAS

Fas’ın Marakeş kentindeki bu mezarlığı gördüğümde aklımdan geçen ilk şey, “Bu kadar büyük bir mezarlığı, bu kadar çok ölümü fotoğraf karesine sığdıramam ki” oldu. Şaşkınlığım çok büyüktü. Gördüğüm ve hatta görebileceğim en uçsuz bucaksız ölüm tarlası ile karşı karşıyaydım.

Okyanus kıyısında bir yamaçta binlerce mezar… Beyaz, çöl sarısı, mavi renkte mezar taşları göz alabildiğine uzanırken bu mezarlığı bildiklerimden daha çarpıcı yapan uçsuz bucaksız gibi gözükmesi değil, bildiğimin aksine gölgesiz bir ölümle karşılaşmamdı.

Benim ülkemde servilerle dolu mezarlıklar ölümü olduğu kadar biraz da huzuru çağrıştırırlar. Mezarlar üzerine vuran uzun servilerin gölgeleri hüzün ve acıyla gelenlere sığınak olur. Gölgeler ölümü gizler.

Aynı dinin ölüme daha güneşli baktığı Fas’ta ise binlerce mezarın üzerinde hiç gölge yok. Güneş bir engelle karşılaşmadan mezarlara vuruyor. Ölüm acısı ile güneşin sıcaklığı birbirine karışırken, gölgesiz ölüm karşısında huzur o kadar uzak ki…

Belki de servilerin gölgesine sığınırken bizim yaptığımız kendimizi kandırmak. Dışarıdan bakanlar için servilerin altında hüzünlü ama huzurlu ve gölgeli bir hava vardır. Ya mezarlığa sonsuza kadar bir sevenini bırakmış olanlar? Onların hayatının üzerine servilerin değil ölümün gölgesi düşer ve o gölge bir daha asla kalkmaz.

Ölümün olduğu yerde ağaç olsa da olmasa da gölge vardır.

%d blogcu bunu beğendi: