Beni utancına sakla *

İstanbul Çukurcuma’da antikacı ile eskici arasında bir dükkânın önündeki tabloya dizilmiş sıra sıra anahtarlar. Kimi kapı, kimi kasa, kimi çekmece anahtarı olmalı. Kilitsiz kalmış anahtarlar.

Herkesin evinde, işyerinde böyle anahtarlar vardır ve birden ortaya çıkarlar. Ben ne zaman, nereye ait olduğunu bilemediğim bir anahtar elime geçse merakla karışık bir huzursuzluk duyarım. “Bu anahtar nerenindi?” diye düşünürken, bir yerlerde açılmamış bir kilit olduğu bilmek huzursuzluğumu arttırır.

Kilitli kalan neydi? Saklanan neydi ya da unutulmak istenen kimdi?

Hep bir şeyleri saklarız. Bazen bulmamacasına saklarız. Sonra anahtarları kaybederiz. Bir gün anahtarları bulsak bile bu sefer kilit kayıptır.

Anahtar da kilit de kaybolsa, tek unutulmayan ve sonsuza kadar saklanamayacak olan ise aklımız sıra sakladığımız sırdır. Çünkü insan utancına bile saklayıp kilitlese aklındakini, o kilidin anahtarı da korkusunda gizlidir.

 

 

* Yazının başlığı izlediğim filmlerden oluşan şahsi filmografim içinde apayrı bir yeri olan, Türkiye’de  “Sil Baştan” adıyla gösterilen “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”dan alınmadır. Bu unutulmaz repliği filmin kahramanlarından Joel Barish (Jim Carrey) filmin diğer kahramanı Clementine Kruczynski’ye (Kate Winslet) söyler. Ama ne zaman söyler, hangi şartlar altında söyler burada yazmayacağım. Zira izleyenler zaten hatırlayıp yazının neden başlığı olduğunu hatırlayacaktır, izlemeyenler ise bir zahmet izlesinler hiçbir şey kaybetmeyecekleri gibi harika bir film izleyip, çok şey kazanırlar.

Kırmızı çaydanlık

Fotoğraf şirin bir Anadolu kasabasında çekilmiş gibi görünüyor oysa İzmir’in haftasonları kaçılan bir sahil beldesinde çekildi.

Fotoğrafa şirin Anadolu kasabası tadını veren deniz kenarındaki evin penceresinde yer alan kırmızı çaydanlık. Altı da üstü de tam, kulpları yerinde olan bir çaydanlık. Adı üstünde çaydanlık, üstelik de kırmızı, haliyle bir sıcaklık yayıyor etrafına. Ne çok eski, ne de çok yeni gözüküyor. Belli ki kullanılmış ve kullanılmaya da devam edilebilir. Ama neden içeride gibi dururken, dışarıda?

Evet, evin içinde ama pencerenin de kenarında, perdelerin önünde duruyor. Yani aslında tam olarak evin içinde değil hatta dışarıya daha yakın. Durduğu yerin bir atım ötesi, kapının önü…

Belki sabah çayı demledikten sonra çaydanlığı camın önüne koyan evin hanımı yerini hatırlamıyor.

Yoksa bilmediğimiz daha doğrusu görmediğimiz bir deliği, bir kusuru mu var? Belki altı delik çaydanlık pencerenin önünde unutuldu; kırmızı çaydanlığı kapı önüne konulmaktan unutulmak kurtardı. Unutulmak bir kurtuluş mudur bazen? Ya da unutmak?

Hatırlamak, unutmanın her zaman panzehiri midir yoksa unutarak kurtulmanın önünü kesen bir engel midir?

%d blogcu bunu beğendi: