Yaratıcı yıkım

Dakikalarca hatta saatlerce uğraştılar. Tebeşirle yere şekiller çizmeye başladıklarında güneş vardı. Gölgeye kavuştuklarında hala çizmeye devam ediyorlardı. Neredeyse bütün sokak boyunca asfaltın üzerine evler, çiçekler, sek-sek kutuları çizdiler; yazılar yazdılar. Kimi zaman birlikte çizdiler, kimi zaman çizilecek şekil üzerinde anlaşamadılar, kavga ettiler.

Sonra aniden – hiçbir yetişkinin anlayamayacağı şekilde – tebeşirleri bir kenara bırakıp bisikletlerine binerek yeni bir oyuna geçtiler. Sokakta kendilerine bir parkur belirlediler, yarışmaya başladılar. Bisikleti olmayanlar da koşarak bisikletlilere eşlik ederken, yere çizilen resimleri, yazıları çoktan unutmuşlardı. Sanki saatlerce uğraşan, kan-ter içinde sokağı resim defterine çeviren onlar değildi…

Yeni bir oyuna geçerken eskisini o kadar rahatlıkla bırakmışlardı ki! Bırakmak bir yana eski oyunun üzerinde geziyorlar, bisikletleri ile yerdeki tebeşir izlerini yavaş yavaş siliyorlardı. Yaratmak için siliyorlardı, yıkıyorlardı.

Bense elimde bir kahve, yeni açılmış sigara paketinin neredeyse yarısına ulaşarak onları izledim. Elimden daha fazlası gelmiyordu. Yaratmak istiyordum ama “Yıkmak için fazla büyüktüm”. Çaresizce, izlemekle yetindim. Çok sevdiğim bir romanın kahramanlarından Ender’in, diğer kahraman Çetin’e söylediği gibi:

“Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu.”*

* Bizim Büyük Çaresizliğimiz – Barış Bıçakçı (Roman için tek söyleyebileceğim, günümüz Türk Edebiyatı’na bakışımı kökten değiştirdi. Okumasaydım çok şey kaybederdim.)